Suffragette filminin açılışı bir çamaşırhanede makine çarkının dönüşü ve kadın işçilerin çamaşırları kazanlara atışı ile başlar. Bu sahne 1912 Londra’sının nasıl olduğu hakkında ipucu vermektedir. Zira dönemin kadın ve çocuk işçileri nasıl zor şartlarda çalıştırdığını ve onlara bunun dışında alternatif bir yaşam hakkı sunmadığını filmde tüm gerçekliğiyle görmekteyiz.
Dönemin kadın hakları savunucularının sadece erkeklerle eşit haklara sahip olmak için ne gibi fedakarlıklarda bulunduklarını ve toplumun kadın oy hakkı savunucularına karşı nasıl acımasızca yaklaştığını , onları dışladıklarını görmekteyiz. Polisin, hükümetin ve medyanın görmezden geldiği bu kadınlar hem kendi ülkelerinde hem tüm dünyada yaptıklarıyla unutulmaz olmuşlardır.
Film boyunca Maud Watts’ın nasıl sıradan bir işçiyken oy hakkı savunuculuğuna evrildiğini izleriz. Maud filmin başlarında yolda patronun verdiği paketi taşırken vitrindeki mankenlere gözü takılır ve kadın mankenin anne formuna sokulmasını ve mankenin etrafındaki çocukları izler. Bu esnada yanından geçen bir kadının bebek arabasına gözü takılır bebek arabası boştur ve içinde örtülerin altında taş vardır. Kadın vitrine yaklaşır ve arabadan çıkardığı taşları, vitrine ”Kadınlara oy hakkı !” diye bağırarak atar. Bu sahnede kadının kendisine biçilen rollere karşı kendi kaderini , kendi yolunu belirlemek istediğini ve bunu vitrindeki manken gibi oturarak değil ,eyleme geçerek sağlayabileceğini görürüz. Ancak bu şekilde görünür olacağını ve erkeklerle ancak bu şekilde mücadele edileceğini anlarız. Kadınların çocukları üzerinde , mirasları üzerinde hiçbir haklarının olmaması, eşit oy haklarının olmaması kadınların mücadelelerini tetikleyecek etkenlerden biridir. Nitekim filmde gördüğümüz karakterlerin yaptıkları ve mücadeleleri tarihin akışını kadınlar lehine değiştirecek adımlardan biridir.
Emmeline Pankhurst’un direkt ve militarist taktiklerini ve kurucularından olduğu WSPU(Women’s Social and Political Union )’ın yaptığı büyük toplanmaları ve açlık grevlerini filmde görürüz. Filmde kadın ve erkeğin aynı işi yapsalar dahi eşit ücret alamadıklarını , kadınların tacize uğradıklarını ancak çalışmak için buna katlanmak zorunda kaldıklarını, çocuk işçileri, sadece ölmemek için ölene kadar çalışmayı tüm gerçekliğiyle görürüz.
Filmin sonunda yaptıkları hiçbir eylemi yazmayan kadınların görünür olmak için daha sansasyonel bir şey yapmak adına dönemin kralının katılacağı at yarışına gidip pankart açma girişimlerini görürüz. Filmin sonuna doğru Emily Davison’ın hayatını kaybetmeden önce Maud’a dönerek ”Asla teslim olma , mücadeleden vazgeçme ! ”diyerek piste atlaması ve sonunda hayatını kaybetmesini izleriz . Aslında onun ölümü birçok şeyin başlangıcıdır. İngiltere’de 1918 yılında 30 yaş üstü kadınlara oy hakkı verilmiştir.Ardından 1928’de kadınlara erkeklerle eşit oy hakkı verildi. Hepsi kadınların daha iyi, daha adaletli bir yaşam yaşamaları için mücadeleden vazgeçmeyen binlerce kahraman kadın sayesinde olmuştur.

